Bizler doğal kaynakların tükenmesi, iklim değişikliği gibi konularla uğraşırken bu dönemde artık iklim değişikliği değil iklim krizini konuşur olduk. Hayatımıza giren pandemi ile de bu konuyu daha da bir sorgulayarak sürdürülebilirliğin önemini gördük. Yok olmak çok kötü ama insanoğlunun kendini yok etmesi en kötüsü ve maalesef insanoğlu yüzbinlerce doları kendini yok etmek için harcıyor. Ortada sera gazı emisyonuna sebep olanlar ile masum olanlar var. Bilinen şu ki dünya ısısını sadece 1,5 0C altına indirmek için yapılıyor bütün bu mücadeleler. Eğer başaramaz isek yaklaşık 350 milyon insan sıcaklıktan etkilenecek. Bu fark 2 0C’leri bulursa da dünyada açlık %30 üstüne çıkacak. En son İskoçya’da Glascow’da COP-26’da dünyanın kaderini belirleyen konuların ele alındığı İklim değişikliği zirvesinde iklim değişikliği değil de artık iklim bozulması başlığında konular ele alındı; artık bir şeyler değişmeyi bırakın değişti bitti ve bozuldu bile.
İnsanın bilinçlenmesi ve dolayısı ile toplumların bilinçlenmesi şart olduğu düşünülerek bu kapsamda ilk defa 1997 yılında Japonya’da dünya Kyoto protokollerini konuşmaya başladı. Bu protokolün ise hayata geçmesi 2005 yılında karbon borsasının kurulması ile gerçekleşti ve protokol hayata geçirildi. 2008 yılında hem yasal hem de siyasi olarak dünya konjonktüründe Kyoto protokolleri önemli hale geldi. 30 Mayıs 2008’de de Türkiye Kyoto protokollerini imzalayacağı ile ilgili deklarasyon yayınladı ve kanun tasarısı onaylandı. Dünyada kurulan borsanın amacı şu idi; karbon salınımı az olan taahhüt ettiğinin üzerinde salınım yapana karbon belgesi satabilecekti. Nitekim de bu borsa şu an dünya da ciddi satışların yapıldığı bir borsadır. Burada gönüllü ve zorunlu piyasalar oluştu. Türkiye ise şu anda gönüllü piyasada mevcudiyetini devam ettirmektedir. 2015’de Türkiye’de 50-60 milyon dolar karbon belgesi üretilebildi. Ama satış yapılıyordu mu derseniz yapılmıyordu. Türkiye’nin 2014’ler de 160 milyar dolar pazar payında 6 milyar dolar gibi bir hak ediş payı vardı. Ama iyi organize olamamaktan ve siyasi konjonktürde de bilinçli olamamaktan dolayı biz her yıl ülkemiz için gerekli olan ciddi paraları alamıyoruz. 2014’de 160 milyar $ üzerinde olan bu pazar 2020’ de 320 milyar $ oldu. Burada ne görüyoruz derseniz; görülen yeni bir ticaret sistemi ve yeni bir ekonomi.
7 Ekim 2021 tarihinde de Kyoto protokolleri Cumhurbaşkanının da tanıması ile meclisten geçti. Bu olay ile gerek yenilenebilir enerji devreye girerek işletmelerin üretim maliyetleri düştüğü gibi sera gazı salınımını sıfırladıktan sonra fazla karbonun ulusal ve uluslararası borsada satılması ile de işletmeler için bir gelir kaynağı da bulunmuş olacaktır. Ancak Türkiye emisyon ticaret sistemine geçmediği için zorunlu piyasalarda değildir ve gönüllü piyasa’da sistemin koymuş olduğu kurallara uyma zorunluluğu da yoktur. Ancak zorunlu piyasalara geçtiği an durum değişecektir. Kısacası kirletenin temizleyenden karbon belgesi satın alabileceği bir sistem kuruluyor. Böylece hisse senetlerinin iklim değişikliği vergileri ödeyen ülkelerde satılma şansı ortaya çıkmış olacak. Gönüllü piyasalar zorunlu piyasalara geçmediği sürece gönüllü piyasaların karbon belgeleri daha ucuz olacak, ancak bir sürdürülebilirlik olması anlamında da uygulanan bir sistemin içinde oluyorsunuz. Bu bilinçli düşünenler için de aslında ciddi bir gelir kaynağıdır.
“Biz fakir bir ülke değiliz ama gelişmiş bir ülke de değiliz”
2001 yılında EK-1’de kendi rızamız ile feragat ettik. EK-1’de yer almayı istemiş olsaydık iklim değişikliği ile ilgili mücadelemizde biz de fonlanan ülkeler grubunda olacaktık. Ancak biz kendi isteğimiz ile gelişmiş ülkeler grubunda yer almak istedik. Biz fakir bir ülke değiliz ama gelişmiş bir ülke de değiliz. Neden EK-1’den kendi isteğimiz ile çıktık anlaşılır gibi değil. Gelişmekte olan ülkeler gurubundaysak bu fondan yararlanmak için EK-1’den çıkmamız gerekiyordu. Bu anlamda Türkiye bu fondan yararlanamadığı için her yıl ciddi kayıplar yaşıyor. Şu net bir şekilde anlaşılmalıdır; karbon borsasına akredite olup, karbon kâğıdı çıkartılıp uluslararası piyasalarda bu kâğıtların fonlanabileceği bilinmelidir. Yenilenebilir enerjiye yatırım yapan işletmesine ekonomik katkı sağladığı gibi hem de bunun karbon belgesini çıkartabilecek. Ancak burada belgelendirme şart olup bu paranın alınarak ülke ekonomisine katkı sağlama gibi güzel bir dönüşümün olabileceği görülmelidir.
Sınırda karbon uygulaması üretim maliyetleri artan Avrupa Birliği’nde haksız rekabeti de önlemek için yaptığı bir uygulamadır. Çünkü çevreyi kirleterek, düşük maliyetle üretim yapan ile çevreyi düşünerek üretim yapanı aynı kefeye koymak istemiyor. Avrupa 2019 ile 2020 yıllarında sera gazını %23 azalttı. 2030 yılına kadar da karbon salınımını %30 azaltmayı 2050’de de sıfırlamayı hedeflemektedir. Ülkemizde de sera gazı emisyonu ile ilgili çalışmaların 2023 yılında uygulamaya başlanması ve 2026 yılında da tam kapsamlı hayata geçirilmesi planlanmaktadır. İlk olarak çimento, demir çelik, alüminyum ve gübre sanayileri ile başlanacak. Düşük emisyona ulaşan gümrük kapılarında daha düşük vergilendirme ve vergiden muaf gibi yeni kurallar gelecek. Yüksek emisyonu olan daha yüksek vergi ödeyecek ve AB’ne ürün satamayacak. Uluslararası rekabet de sil baştan değişecek. Burada ise bu oyunun dışında kalmamak için ülkemiz gerekeni yapmalı, küresel rekabetten de geri kalmamak gerekir. Emisyon ticaret sistemini hayata geçirmek için ise ülkemizde yeni uygulamalar hayata geçirilmektedir. Bu anlamda da Paris iklim anlaşmasını onaylaması çok güzel bir adımdır. 2053 için de net sıfır emisyon hedefi belirlendi. Bugün ihracatımızın nerde ise 1/3’ünü Avrupa ülkelerine yaptığımızı düşünürsek çok önemli bir olay olup ülke olarak yeşil dönüşüm içinde yer almamız demek zaten pazar kaybı ve maddi ceza demektir. Demir çelik üretiminde de ülkemizin 7. Sırada olduğunu düşünürsek ve Avrupa’ ya yaptığımız ihracatları düşünürsek sınırda karbon uygulamasının zaten direk içindeyiz.
2008 yılından bu yana insanoğlunun bir iyilik hareketi yapabilmesi için işin içine parasal konular girse de maalesef her geçen yıl hedefi gerçekleştirmek değil dünya sera gazı emisyonlarında istenen düşüş ivmeleri göstermeden kendini yok etmeye adım adım yaklaşıyor. Evlere kapandığımız dönem bir nebze de olsa dünyanın tekrar denge kazanmaya başlaması insanoğluna içinde yaşadığımız çevreye, çocuklarımıza karşı sorumluluklarımızı hatırlatma anlamında olumlu bir süreç oldu. Bundan sonraki dönemde karbonu sıfırlamak için yapılacak olan bütün çalışmalar büyük önem kazanacak ve sürdürülebilir ekonomiler doğması için çaba harcamak hepimizin odaklanması gereken ciddi konu olarak ele alınacaktır ve alma zorunluluğu vardır. Başta su ve enerji verimli kullanmamız gereğini idrak edelim.
Sınırda karbon uygulaması
Aslında bizler geçmişi itibari ile çevreye, ağaca, yeşile önem veren bir ülkeyiz. Kültürümüzde ve inancımızda da vardır. Şu an ağaç dikmek çok önemli bir projedir ve ağaçlar ciddi anlamda bir karbon yutağıdır. GES Projeleriniz olabilir ama en büyük karbon kaynağı ağaçtır. Karbon belgeleri biriktirmek istiyorsak ve miktarını arttırmak istiyorsak işletmemiz için ve çevremiz için yapabileceğimiz en güzel projelerden biri de ağaç dikmektir. Ağacın %65’i karbondur ve bütün dünyanın pisliğini üstünde toplayıp bizlere oksijen veren çok önemli bir kaynaktır. Avrupa’da şu an “Clean Hydrogen Revolution” konuları ele alınıyor. Hidrojen enerjisini elektrik enerjisine çeviren sistemler üzerinde duruluyor. Suyun parçalanması sonucunda ortaya çıkan oksijen havaya verilirken ortaya çıkan hidrojeni yakıt olarak kullanan arabalar, sistemler üzerinde duruluyor.
Ülkemizde güzel çalışmalar yapılıyor ama karbonu kaç ton düşürdüğünü anlatan yok. Karbon emisyonunu ne kadar düşürdüğünü açıklayan işletmeler var ancak ne kadar kirlettiğin hesaplanmadan ne kadar düşürdüğü nasıl hesaplanacak bu konuda çelişkili açıklamalar var. Çevre için bir şeyler yapan işletmelerde de belgelendirmeler yok. Kısacası maçı kazandık diyorsunuz ama skoru yazan birileri yok. Bu anlamda da bu yapılan çalışmaların belgelendirilmesinin düşünülmesi gereği vardır. Sınırda karbon uygulamasında emisyonunu beyan eden korkmamalı çünkü belirsizlik ortadan kalkıyor. Siz ağaç bile yetiştirseniz, güneş paneli, rüzgar tirbünleri bile kursanız, yağmur sularını bile değerlendirseniz kirletici olarak kabul edilirsiniz.
İstanbul’da şu an Menkul Hizmetler adı altında Karbon Ticaret Borsası kurulum çalışmaları başlatılmıştır. Bu ticaret başladığında da öncelikli olarak karbon belgelerini satacak kişilerin ilk olarak elindeki düşürülmüş karbon belgelerini ülke içinde bu borsada yayınladıklarında Avrupa dışında değil de ülke içinde de satma imkânı bulabileceklerdir. İklim değişikliği ile mücadele için Paris anlaşmasına imza atan ülkelerin yönetimleri de piyasalara ciddi paralar salıyor. Çünkü patron bacalı sanayi olup buna finans kaynağı ve teknik çözüm vermezseniz bu mücadele başarı ile çıkılamayacağını onlar da biliyor. Ne kadar kirlettik ve onun karşılığında ne kadar faaliyette bulunduk bunu bilmemiz gerekir. Bu anlamda 2023 az kaldı ve bir an önce emisyonları ofsetleyip vergilendirmeden sanayicimizin kurtulması, kurtarılması gerekiyor. Konu üzerine odaklanıp çevresel, sosyal ve ekonomik boyutları ile eyleme geçildiğinde sürdürülebilirlik modelleri de oluşacak ve bu durumda sonuca ulaşmamak kaçınılmaz olacaktır. Burada alternatif enerji kaynakları yönetilmeli, sera gazı ile karbon olayı birbirinden ayrı düşünülememelidir. Unutulmamalıdır ki enerji kaynaklarını yönetmek demek karbonu da yönetmek anlamına gelecek olan bir dönemin içine girdik gibi ve 2023 yılı itibari ile de bu hız kazanacak gibi duruyor.